18 Ağustos 2008 Pazartesi

Shawshank Redemption



Shawshank Redemption
(1994)
Yönetmen:
Frank Darabont - The Green Mile (Yeşil Yol) / The Mist (Öldüren Sis)

Oyuncular:
Tim Robbins (Andy Dufresne)
Morgan Freeman (Ellis Boyd 'Red' Redding)
Bob Gunton (Müdür Norton)
Gil Bellows (Tommy)

McGuffin: Taş keskisi, volkanik taş, Rita Hayworth'un (ve daha sonra Marilyn Monroe ve Raquel Welch'in) posterleri, Brooks'un kuzgunu, bir değişim aracı olarak Lucky Strike paketleri, İncil, tekne.


Edebi Göndermeler: Alexandre Dumas'nın 'Le Comte de Monte Christo', Edgar Allen Poe'nun 'The Raven'.


http://www.imdb.com/title/tt0111161/

Shawshank Redemption veya Esaretin Bedeli. Internet Movie Database'de gelmiş geçmiş en iyi film olarak 9,2/10 puanla, bir süre Mario Puzo's Godfather ile çekiştikten sonra yakın zamanda ilk sıraya yerleşti. Ülkemizde de, en azından bizim kuşağımız (haydi apolitik '80 kuşağı diyelim açık açık) için çok şey ifade eden bir yapım oldu. Aynı zamanda Stephen King'in ne denli görsel bir yazar olduğuna dair inancımızı da pekiştirdi. Peki onu bu kadar iyi bir film yapan şey ne?

İyilik/kötülük, özgürlük/tutsaklık, bireycilik, intikam, umut, dostluk, sanat, kader, mutluluk, bilgi, zaman, yetenek, edebiyat ve din gibi bir çok felsefi kavramı didik didik ederek, aslında aynı zamanda beynimize de -ne mutlu- kanca atmış bu soru işaretlerini ele alan film sona erdiğinde ben edebiyatın ve sinemanın yaşamı ne kadar da güzelleştirdiklerini düşünürken buluverdim kendimi. Oysa ki gerçekte ne de çok 'kötü' olarak tanımladığımız şey oldu film boyunca: Dayak, işkence, hücre hapsi, tecavüz, aşağılama, yolsuzluk, din sömürüsü... Demek ki, hemen her yazarı bir şekilde karşılaştırmaktan veya tüm edebiyat için bir nirengi olarak kabul etmekten kaçınamadığım Dostoyevski ve edebiyatta bir akım başlatan Poe gibi, King de güzel olan hemen her şeyin, bir şekilde kötü ve çirkin olanla ilişkili ve dahası iç içe olduğunu görüyor ve gösteriyor.


Filmin gerçek adı Shawshank Redemption. King'in, filmin de esinlendiği öyküsünün adı ise Rita Hayworth and the Shawshank Redemption. 'Redemption' kelimesinin sözlük anlamı, 'arınma' veya 'redeem: gözden geçirmek' daha Türkçesi murakabe etmek, nedamet getirmek gibi bir şeye karşılık geliyor. Burada, neredeyse Foucault-vâri bir atıf var; bir retorik hilesi: İnsanlar içeriye 'tıkılırlar' çünkü yaptıkları 'yanlış şeyleri' gözden geçirmeleri, nedamet getirmeleri ve kendilerine itiraf etmeleri gerekir. Belki Katolik fıkhına benzer şekilde; ancak ondan bir şekilde farklı olarak: Red'in her on yılda bir bir kurulun karşısına geçerek 'This is God's honest truth!' demesinden ziyade, karşısındaki kurul başkanını aşağılayacak ve hatta ona hakaret edebilecek kadar kendisine itirafta bulunması gerekmektedir. Bu, kendi kendine günah çıkartmanın bir türüdür. Oysa ki 'redemption' bir hapishaneyi anlatmak için yanlış veya en azından yetersiz bir kelimedir. ABD'de hapishane için kimi zaman 'correction' (düzeltme) ifadesi de kullanılıyor. Oysa ki Andy'nin kütüphanede konuşurlarken Red'e de söylediği gibi “dışarıdayken tek bir kanunsuz işe bulaşmamışken içeride yüz binlerce dolarlık yolsuzluk yapması” ne murakabe ne de düzeltme için hapishanenin doğru yer olmadığını göstermiyor mu?


Kötülük

Güzel öyküler gerçekten de kötülüklerden doğuyor. Bütün bir Holocaust edebiyatının ve sinemasının ardında da belki de bu saik yatıyor. Spielberg'in unutulmaz Shindler'in Listesi'nde bir SS subayının bir Yahudi kamp tutsağına gelerek bir parça malzemeyi kaç saniyede yaptığını sormasının ardından, tutsağın canını kurtarmak pahasına normalde yaptığı süreden daha düşük bir süre söylemesi, bunu yapmaya zorlandığında kronometreye ucu ucuna yetişmesi ve akabinde basit bir matematik hesapla subayın sabahtan o ana değin kaç parça malzemeyi bitirmiş olması gerektiğini söyleyerek tutsağı öldürmesi... Jurek Becker'in 'Yalancı Jacob'ı, Erick Hackl'ın 'Elveda Sidonie'si ve daha niceleri sanırım kötülüğün ne derece yaratıcı olduğunu göstermeye yetecek kanıtlar; ister bu yaratıcılığı SS subaylarına borçlu olalım isterse Hollywood endüstrisinin pro-Yahudi sinema lobisine...


Özgürlük

Kötülük ve onun genelde almaya yatkın olduğu şekil olan baskıcılık veya istibdat, görüyoruz ki, haydi Sartre gibi söyleyelim, insana kendisini gerçekleştirmek için bir şans verir. Artık yalnızca siyahların veya beyazların olduğu veya hiç değilse grilerin derhal siyaha veya beyaza tahvil edildiği bir dünyadasınızdır ve seçim yapmaktan başka bir şansınız yoktur. Oysa ki özgür bir dünya kelimenin tam anlamıyla rengarenk bir dünyadır: Seçim yapmasanız da olur; herhangi bir renge boyanmış olmanın bir başka renge boyanmış olmaktan farklı olmadığı bir dünya...


Bireycilik

Esaretin Bedeli, yakın zamanda izlediğim diğer birkaç filmde de olduğu gibi bireyciliğe bir övgü aslında. 'Das Leben der Anderen' (Başkalarının hayatı), Persepolis, Equilibrium, the Insider ve edebiyatın unutulmazları arasında olan 1984, Metamorfoz gibi toplumun, sermayenin, devletin veya örgütlü diğer hemen her şeyin oluşturduğu baskıdan bir kaçışın, bu kaçış esnasında da dönüşümün övgüsü. Bize başlangıcından beri edebiyatın burjuva sınıfının ve sanayi toplumunun bir ürünü olduğu öğretilmişti zaten; sanırım insanlar kitap okumayı bırakalı beri onun yerini sinema dolduruyor denebilir. Ancak yine de kahramanımız Andy Dufresne'nin farklı bir bireycilik anlayışı olduğunu teslim etmeliyiz. Diğer öykülerin kahramanları dönüşürken gerçekliği kabul etmeyi öğrenirler. Andy Dufresne ise gerçekliği değiştirebileceğine dair, hem de tek başına değiştirebileceğine dair inanca sahiptir. En yakın arkadaşına bile, tüm paylaşımlarına karşın, kaçış planlarından söz etmeyecek kadar ketumdur.


Dostluk

Öte yandan aslında o da değişmektedir. Üst sınıftan bir New York bankerinin, karısını ve karısının aşığını öldürme suçuyla iki kez müebbet hapse mahkum olması ve kelimenin tam anlamıyla bir kader mahkumu haline gelmesi ve akabinde daha bir gençken katil olan ve kendi deyimiyle “Shawshank'teki tek suçlu” ve İrlandalı bir zenci olan Red ile aralarında kurduğu dostluk bağı, belki filmin geçtiği dönem için pek de alışılmadık bir dostluk örneği. Henüz Martin Luther King Jr'ın meşhur Washington mitingi bile ufukta görünmezken bu dostluk, yaşamı siyah ve beyaz olarak ayıran hapishane duvarlarının arasında siyah ve beyaz arasındaki farkın görünmediği bir arkadaşlık yaratmaktadır.


İntikam

Bir yerlerde, 'Esaretin Bedeli'


Not: 'Esaretin Bedeli' bana başından beridir son derece kötü bir çeviri gibi geliyor. Kabul; 'Şauşenk Hapishanesi' gerek fonetik yapısı gerekse bize anlatacakları bakımından eksik/kötü bir film adı çevirisi olurdu ancak 'Esaretin Bedeli' de neyin nesi? Esaret belki bir şeylerin bedelidir de, esaretin bedeli nedir? Belki 'Özgürlüğün Bedeli' daha başarılı bir çeviri olurdu düşüncesindeyim.


Hiç yorum yok: